DOLAR 32,3762
EURO 35,0583
ALTIN 2325,416
BIST 9109,44
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul °C

Hisse senedi fetişizmi

07.12.2020
A+
A-

“Duke Üniversitesinde, basketbol heyecan verici bir hobi ile sıkı bir deneyim arasında bir şeydir. Basketbol salonu küçük, eski ve kötü bir akustiğe sahiptir. Stadın küçük olması samimiyet yaratıyor ama aynı zamanda maçları izlemek isteyen bütün taraftarlara yetecek kadar yer olmadığı anlamına geliyor. Her neyse, Duke, bundan hoşlanıyor ve üniversite, küçük, samimi stadı bütünüyle değiştirme konusuna pek ilgi göstermiyor. Biletleri dağıtmak ve gerçekten sadık taraftarları geri kalanlardan ayırmak için yıllar geçtikçe karmaşık bir seçilim süreci geliştirmiştir.

Bahar sezonu başlamadan çok önce, maçlara katılmak isteyen öğrenciler salonun dışındaki çimenle kaplı açık alanda çadır kurarlar. Her çadırda en çok 10 öğrenci olur. İlk gelen kampçılar ise salon girişine en yakın yeri kapar, daha sonra gelenler de biraz daha arkaya dizilir. Gerçek basketbol taraftarlarını, damarlarında “Duke Mavisi” akmayanlarla ayırmak için, rastgele zamanlarda havalı korna çalınır. Korna sesiyle geri sayım başlar ve sonraki beş dakika içinde her çadırdan en az bir kişi basketbol yetkililerine kayıt yaptırmak zorundadır. Bu beş dakika içinde kaydolmayı başaramayan çadır en son sırayı alır. Bu prosedür bahar sömestrinin büyük bölümünde devam eder ve maçtan önceki son 48 saatte iyice şiddetlenir.

Bu noktada, maçtan 48 saat önce, kayıtlar “kişisel kayıtlara” dönüşür. O andan itibaren, çadırlar sadece sosyal bir yapıdır: havalı korna çaldığında, her öğrenci basketbol yetkililerine bireysel olarak kayıt yaptırmak durumundadır. Bu son iki günde “oturma kaydı” yaptıramamak sıranın sonuna atılmak anlamına gelebilir. Havalı korna rutin maçlarda önce arada sırada çalınmasına rağmen, çok büyük karşılaşmalardan bir önceki gece ve gündüzün herhangi bir saatinde duyulabilir bu yüzden de gece ve gündüz tetikte olmalı çaldıkları korna sesini kaçırmamalısınız.

Eğer bu kadar yorucu bir sürecin bilet almak için olduğunu sanıyorsanız yanılıyorsunuz. Çünkü biletler kura yoluyla satılmaktadır ve bu süreç o kuraya isim yazdırabilmek için yapılmaktadır.”

Böyle bir bilet alma yarışı içerisinde olsanız ve almaya hak kazandığınız bileti satar mısınız? Eğer satarsanız bu bilete ne kadar fiyat biçersiniz? Soruya nasıl cevap verdiğinizi bilemiyorum. Ancak bu soruyu Dan Ariely ve ekibi merak etmiş ve kura çekilişi sonrasında bileti kazanan öğrencileri arayarak, kazandığı bileti ne kadara satacağını; kazanamayan öğrencilere ise bileti almak için ne kadar ödemeye razı olduklarını sormuşlardır. Cevaplar bileti almak ve satmak isteyen öğrenciler arasında bir uçurum olduğunu göstermiştir. Öğrencilerden biri bileti almak için 175 dolar ödemeye razıyken bileti satmayı kabul eden öğrencinin istediği minimum tutar 2400 dolar olmuştur. Karşılaştıkları sonuç ortaya şu soruyu çıkarmıştır. “Anıları fiyatlandırabilir miyiz?”

1970’li yıllarda Rochester Üniversitesine yüksek lisans öğrencisi olarak başlayan Richard Thaler, standart ekonomi teorisine sıkı sıkıya bağlı olan Profesörü Richard Rossett’in bir davranışının rasyonellikten uzak olduğunu gözlemlemişti. Profesör Richard Rossert şaraplara özel bir ilgisi vardı. Ancak şarap alırken asla 36 dolar üzerinde para harcamıyor ancak aynı şarap kendisine ait olduğunda ve bunu satma konusu açıldığın da ise 100 dolara bile o şarabı satmak istemiyordu.

Richard Thaler bu rasyonel dışı davranışı birçok kişide gözlemleyerek çalışmalar yapmış ve sonuçların oldukça benzer olduğunu görmüştür. Bu rasyonel dışı davranışa ise “Sahiplik Etkisi” (Mülkiyet Etkisi) adını vermiştir.

Sahiplik Etkisi, bir nevi insanların yaşamlarını istila eder ve insanlar fark etmeden yaşamlarını şekillendirir. Vakit geçirdikleri nesneler zaman içerisinde uzatılmış bir benliğe dönüşür. Yani, insanlar bu nesneleri kendi benliklerinin birer parçası olarak görmeye başlarlar ve nesnelerin insansı nitelikleri varmışçasına algılarlar.

“Benim” kavramının o nesne üzerinde olgunlaşmasından sonra benlik yeni bir forma dönüşmüş olur. Sahiplik etkisi insanların sadece yetişkinlik çağında yaşadığı bir durum değildir. Aslında bu durum çok küçük bir yaşta başlar. Çevrenizdeki çocuklarda bu kavramı çok net bir şekilde gözlemleyebilirsiniz. Oyuncaklarını genelde birine vermek istemezler (oyun oynanırken paylaşma amaçlı değil, tamamen onu kendi yaş grubundan bir arkadaşına verme durumu). Hatta aileler en sevdiği eşyayı ceza olarak çocuklarına vermediğinde çocukların şiddetli bir öfke sergilediği gözlemlenebilir. Çünkü o nesne, çocukla özdeşleşmiş ve benliğinin bir parçası haline gelmiştir. O oyuncağı kaybediyor olması, sıradan oyuncak kaybı değildir.

Benliğinden bir parçanın kaybolmasıdır. Aynı durum yetişkinler için de geçerlidir. Kaybettikleri şeyler maddi bir kayıptan ziyade benliklerinden bir parçayı kaybetmektir. Ayrıca bu, insanlarda hakimiyet etkisinin kaybı olarak da yorumlanabilmektedir. Bir çok kişi kurduğu hakimiyet alanından çıkmak istemediği için de çocukken oynanan oyuncaklar, yatılan battaniyeler veya yastıklar hala saklanıyor olunabilir. İnsanların aile yadigarları olan eşyalardan kolayca kopamıyor oluşunun en önemli sebeplerinden biri olabilmektedir.

İnsanlar belli bir dönem geçirdiği eşyalara, anılar üzerinden anlamlar yüklendiğinden dolayı o eşyadan vazgeçebilmek çok zordur. Bir de bu nesneleri kazanmak için bir emek harcandıysa o zaman konu “Meta Fetişizmi” denilen kavrama kadar insanları sürükleyebilmektedir.

Karl Marx, Kapital kitabında metanın anlatıldığı kısma “İlk bakışta bir meta” diyerek başlar fakat devamında metaların iki tane değeri olduğundan bahseder. Bunlardan ilki kullanım değeri ikincisi ise değişim değeridir. Kullanım değerinde bir sorun yoktur ancak konu değişim değerine geldiğinde işler biraz karışır. Ayrıca bu değişim değeri, zamana ve mekana göre de değişiklik gösteren soyutlamaya dayalı bir kavramdır.

Kısaca özetlenmek gerekirse, kullanım değeri metaların bir kullanıma özgü üretilmesi ve bu yönde kullanılmasına karşılık gelir. Ancak değişim değeri, metaların kullanım için değil, değiştirilmek için üretilmesidir. Başka bir ifadeyle, sermayeyi daha fazla yapmak için, ürünleri satmak amacıyla üretmektir. Bu noktada, insan emekleri değiştirilebilen metalar ürettiğinde birbiriyle “eşitlenmektedir”.

Üretim sürecinde yaşanan birbirinden farklı pek çok emek, piyasada birbiriyle değiştirilir olmaktadır. Dolayısıyla bu süreçte yaşanan ilişkiler, bir değişim ilişkilisi olarak görülmektedir.

Meta fetişizmi; toplumsal ilişkilerin değişim ilişkilerinin ardında görünmez kılındığına işaret etmektedir. Kuşkusuz değişim ilişkileri kişiler arasındaki bir ilişkiye karşılık gelir ancak, bu yaşanan toplumsal gerçekliğin tamamı değil bir parçasıdır. Bir parçayı, toplumsal gerçekliğin tamamına ikame etmek ise, bütüne ilişkin bilginin eksik algılanmasına neden olmaktadır.

Bu kavramlar hisse senedi yatırımcısı için uzak kavramlar değildir. Çünkü aldığı hisseleri uzun süre satamadığı zaman hisselerle arasında kuvvetli bir bağ oluşturmaya başlayarak rasyonel kararlar vermekten uzak davranışlar sergilerler.

Zaman geçtikçe satamadıkları her hisse senedinin yükselişine karşı duydukları inançları da artmaya başlar. Bundan dolayı hisse senedi yükselmeye başladığı zaman oluşan fiyat yatırımcı için tatmin edici bir fiyat değildir. Çünkü yatırımcının o esnada ilgilendiği fiyat kullanım fiyatı değil değişim fiyatıdır.

Yatırımcı almış olduğu hisse senedi için sadece para değil ayrıca zaman ve emekte harcamıştır. Çünkü yatırımcı, bu tasarruf için kazandığı paraya bir emek karşılığında sahip olmuştur. Bu yüzden yatırımcı hisse senedine sadece anılarını değil hayallerini gerçekleştirmek için zamanını ve emeğini de harcar. Anıların, hayallerin ve emek gücünün birleşmesi ile birlikte yatırımcı için hisse senedi fetişizmi başlar.

Bu noktada ise hisse senedi değer kaybettiğinde kendisine ihanet edilmiş gibi hissedip gereğinden fazla öfkelenebilir. Bu öfke ile hisse senedi ile intikam ilişkisi kurabilir veya aldığı hisse senedi almaya başladığı andan itibaren yükselmeye başladığında o hisse senedine karşı kuvvetli bir vefa duygusu hissedebilir. Hisseyi sattığı zaman hisseye ihanet ettiğini düşünerek yokluk hissetmeye başlayabilir.

Diğer bir deyişle yatırımcının, hisse senedi üzerinde değil hisse senedine duyulan duygunun yatırımcı üzerinde hakimiyeti başlamıştır. Yatırımcıların hisseye yüklediği bu kadar duygusal anlamlardan sonra rasyonel kararlar verebilmesi ne yazık ki artık mümkün olmaz.

Aynı meta fetişizminde olduğu gibi, hisse senediyle yatırımcı arasındaki ilişkiyi, yaşanan diğer gerçekliklerin önüne koymak, piyasada yaşananları görmemeye ya da eksik görmeye neden olacaktır. Piyasadaki tek gerçeklik sanki, hisse senedi alıp-satmaya bağlıymış, bunun dışında başka gerçeklikler, yaşananlar ve zorunluluklar yokmuş gibi algılanacaktır.

Kişi, sadece alıp satma işlemini, piyasanın ilişkiselliği olarak görecektir. Oysa, daha önce de belirttiğim gibi, piyasa çok kapsamlı ilişki ağlarıyla, değişimle bütünlüklüdür. Piyasadaki değişimi ve hareketi algılamamak, hazır kalıplara sarılmaktır. Hazır kalıplar, pozisyon alırken hazır hareket setleri sunar. Bu hareket setleri bazen işe yarar bazen yaramaz. Hazır hareket setlerine değil, her duruma özgü uygun bir pozisyona ihtiyaç vardır aslında.

İnsanlar bir şeye sahip olduklarını düşündükleri zaman yeni kararlar vermeye korkarlar. Çünkü yeni kararlar hatalı olabilir ve bu hatanın sorumluluğunu almak yıpratıcıdır. Normal hayatta sıklıkla görülebilen bu duygusal durumu insanlar yatırım kararlarını da yansıtırlar.

Bu sebepten dolayı yatırımcılar hisse senetleri işlemlerinde zarar ettiği hisseyi görmemezlikten gelerek davranışsal kaçınma özelliği gösterebilirler. Bir anlamda o hisse senedini göz ardı ederek kendilerini almaları gereken (hisse senedi taşımaya devam mı edilmeli yoksa zarar burada kabullenip hisse senedi satılmalı mı? ) karardan uzak tutarlar.

Bilançosu sağlam hisse senetlerinde bekliyor olmak sorun değildir ancak bilançosu güvenilir olmayan senetlerde bu tarz beklemeler yatırımcıya düşündüğünden daha fazla para kaybettirir. Çünkü bir anlamda bekleme döneminde başka hisse senetlerine yatırım yapma fırsatından da vazgeçmiştir.

Yüzüklerin Efendisini izlediyseniz şu repliği duymuşsunuzdur: “Karar veren Gollum değildi Frodo. Yüzüğün kendisiydi. Yüzük onu terk etti.” Sizin kararlarınızda karar veren kim peki? Anılarınız mı, harcadığınız zaman mı, parasal bir değerle ölçülemeyecek olan emeğiniz mi, almak istediğiniz yeni evin, yeni arabanın hayali mi ya da bu kavramların hepsini yüklediğiniz hisse senetleri mi?

Cemre
Kaynaklar:
Ariely, DAN: Akıldışı Ama Öngörülebilir.
Kahneman, DANIEL: Hızlı ve Yavaş Düşünme

YASAL UYARI

Burada yer alan yatırım bilgi, yorum ve tavsiyeleri yatırım danışmanlığı kapsamında değildir. Yatırım danışmanlığı hizmeti, aracı kurumlar, portföy yönetim şirketleri, mevduat kabul etmeyen bankalar ile müşteri arasında imzalanacak yatırım danışmanlığı sözleşmesi çerçevesinde sunulmaktadır. Burada yer alan yorum ve tavsiyeler, yorum ve tavsiyede bulunanların kişisel görüşlerine dayanmaktadır. Bu görüşler, mali durumunuz ile risk ve getiri tercihlerinize uygun olmayabilir. Bu nedenle, sadece burada yer alan bilgilere dayanılarak yatırım kararı verilmesi, beklentilerinize uygun sonuçlar doğurmayabilir.


YORUMLAR

Solve : *
18 − 17 =


Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.